24 Aralık 2013 Salı

Dualar Neden Kabul Olmaz ?




DUALAR NEDEN KABUL OLMAZ ?




Duaların kabul olmamasında başlıca iki sebep vardır.

1)Haram Yemek,
2)Yalan Söylemek,

  Bazı kimseler: “Çok dua ediyoruz da, dualarımız bir türlü kabul olmuyor!” diye şikayet ederek ümitsizliğe kapılıyorlar. Allah’tan ümidini kesmek gibi bir hal ile adeta isyan ediyorlar ki, bu yanlış düşüncedir.
Bir kere vicdanen düşünelim ki, dualarımız kabul olunmuyorsa, acaba bunun sebebi nedir, neden kabul olunmuyor? Duanın kabul olunmaması, duayı terk etmeyi icap ettirmez. Dua kabul olunmazsa yada gecikirse: “Duam kabul olunmadı…” diye dua etmekten vazgeçmek icap etmez. Zira o dua ile istenilen şeyi Allah’u Teala kuluna vermezse, onun karşılığında başka bir şey verir. Ya da kendisinden bir kötülüğü, bir musibeti kaldırır.

  Bir Hadisi Şerifte Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) “Kim bir haceti için çokça dua ederse, haceti kendisine verilsin veya verilmesin, o kimseye Allah’u Teala muhakkak bereket verir” buyurmuşlardır.
Diğer bir hadisi şerifte şöyledir: “Bir kul dua eder de arzusuna nail olamazsa, Allah’u Teala onun için bir sevap yazar.” Dualarımız kabul olunsa da, olunmasa da dua etmekten vazgeçmemeliyiz. Dua etmekten geri kalmamalıyız. Sadece dualarımızın kabul olunmasına mani olan sebepleri ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Bu sebepler çoktur. Fakat başlıca iki tanesi şöyledir.

Haram Yemek

  Enes bin Malik (Radıyallahü Anh), Resulullah (Salallahü Aleyhi ve Sellem)’e gelere: “Ey Allahın resulü! Ben dualarımın kabul olmasını isterim. Bana bunun yolunu gösterirmisin?” diye sorduğunda, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
- “Ya Enes! Helal kazan, helal ye! Zira bir lokma haram yiyen kimsenin 40 gün duası kabul olmaz! buyurmuştur.

Yalan Söylemek

  Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), “Duanın iki kanadı vardır. birincisi helal yemek. ikincisi doğru söylemektir.” buyurmuşlardır.
Büyük velilerden İbrahim bin Edhem (Kuddise Sirruhu) hazretlerine Basra halkından birçok kimseler gelerek şöyle bir soru sordular. “Ey Allah’ın veli kulu! Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’inde: ‘Bana dua edin, kabul edeyim!’ buyuruyor. Fakat biz dua ediyoruz da kabul olunmuyor. Acaba nedendir?” İbrahim bin Edhem (Kuddise Sirruh) Hazretleri onlara sevaben:

- “Sizin dualarınızın kabul olunmamasına sebep, şu on şey ile gönüllerinizin ölmüş olmasıdır.”
  • ‘Allah’ı biliyoruz’ diyorsunuz; lakin emirlerini tutup yasaklarından kaçınmıyorsunuz.
  • Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’i seviyoruz diyorsunuz; Lakin O’nun sünnetlerini işlemiyorsunuz.
  • Kur’an-ı Kerim’e inanıyor ve okuyorsunuz. Lakin gereğiyle amel etmiyorsunuz.
  • Allah’u Teala’nın nimetlerini yiyip içiyorsunuz. Fakat şükrünü eda etmiyorsunuz.
  • Şeytanın kendinize düşman olduğunu biliyorsunuz. Fakat ona uymaktan zevk alıyorsunuz.
  • Cennetin hak olduğunu biliyorsunuz. Fakat oraya yarayacak amel ve işbadet etmiyorsunuz.
  • Cehennem vardır. Dersiniz. Fakat cehenneme sürükleyici hallerden çekinmezsiniz.
  • Ölümü hak bilirsiniz. Fakat hiç hazırlık etmezsiniz.
  • İnsanların ayıplarını, kusurlarını araştırırsınız, Fakat kendi ayıplarınızı, kendi kusurlarınızı hiç görmezsiniz.
  • Ölülerinizi kendi ellerinizle defnedersiniz. Fakat onların hallerinden hiçbir ibret almazsınız.

 İşte bu sebeplerden dolayı dualarınız kabul olunmaz, der ve nasihat kabilinden söze devam ederek:

  Bizleri ve bütün mevcut olan şeyleri yoktan var eden, Allah’u Teala hazretlerinin emirlerini tutmaz ve iki cihan serveri Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in sünnetlerini işlemez, Allah’u Teala’nın çeşit çeşit nimetlerini yer, içer, şükrünü yerine getirmez, cenneti arzular, ona layık amelde bulunmaz, cehennemden korkar, ona layık hal ve amellerden geri kalmazsınız. Her an için ölümün peşinizde olduğunu bildiğiniz halde, bir türlü ibret almazsınız. Şu durumda elbette dualarınız kabul olmaz diye ikazda bulunur.

Selimiye Cami

  SELİMİYE CAMİ

SELİMİYE CAMİİNİN YAPIMI
   Kanunî’nin Hürrem Sultandan olma oğlu II..Selim (1566-1574)in emri ile (Sarı Selim) O sıralarda (79) yaşında olan Mimar Sinan tarafından H. 976 (1569) yılında başlanmış H. 982(1575)’de bitirilmiştir.


NİÇİN EDİRNE’DE YAPILMIŞ


            Süleymaniye gibi bir şaheser kanuni tarafından yaptırılıp meydana çıkınca tabiî olarak Kanuni’nin oğlu da babası gibi bir şaheser yaptırmayı arzu eder. Ancak bu eser İstanbul’da olursa, babası Kanuni ile yarışmış, veya onu çekememiş, O eseri gölgede bırakmış gibi bir duruma düşmemek için İstanbul’un dışında bir yer tercihi ile karşı karşıya kalmıştır. İstanbul olmayınca iki seçenek kalmış, ya Bursa, yada Edirne. Edirne İslâm'ın batıya açılan kapısı, o zamanki nüfus yoğunluğu ve İstanbul’dan önceki başkent olması hasebiyle tercih sebebi olmuştur.
CAMİ ALANI

             
   Cami, 130/190  metre boyutlarında dik dörtgen olarak planlanmış bir külliyedir. Toplam olarak 28.500 metre karelik bir alanı kaplamaktadır.

            İç avlu (Şadırvan avlusu); 1.560 metre kare,  cami içi;1.620 metre karedir.

                                            CAMİNİN AVLUSUNA 9 KAPIDAN GİRİLİR



1-      Orta kapı, cümle kapısı.
2-      Muvakkit hane kapısı.
3-      Aralık kapısı, muvakkit hane kapısının mukabili.
4-      Hamam kapısı, Darudtedris ve Darulkurranın müderris ve talebeleri, cami hademeleri için sabah namazından evvel açılır.
5-      Arabacı kapısı, cami ve medreselerin levazım eşyası bu kapıdan alınırdı.
6-      Taş odaları kapısı; talebenin girip çıkmasına, medresenin ihtiyaçları için kullanılırdı.
7-      Mektep kapısı, talebe ve hocalar girip çıkardı.
8-      Dilenciler kapısı, cenaze bu kapıdan çıkarılırdı.
-Musalla taşları kıble yönündeki Darulkurra ve Darulhadis arasındaki arka bahçeye konmuştur. Bu Sinan’ın nezaketini gösterir.


YAPIM TEKNİĞİ
  
  Kubbeyi 8 sütun, fil ayakları taşımaktadır. Fil ayakları 3.75 çapındadır.
  Fil ayaklarının üstüne yerleştirilmiş 8 ağırlık kulesi, bu kubbe kasnağını dışarıdan sararak ona bir taç görünümü kazandırırlar.

  8 ayaktan hiç biri aşağıdan yukarı bağlayıcı kemere kadar tam serbest olarak yükselmezler0. Bunlardan mihrabın sağ ve solunda ikisi beden duvarına kısmen gömülüdür. Esas girişin sağ ve solundaki ikisi ise namaz katında kısmen serbest görülmekle beraber, esas girişin beden duvarına kemerlerle arkadan bağlı olarak yükselir. Nihayet 8 ayaktan geri kalan dördü, kuzey doğu ve güney batı yönlerinde sağlı sollu ikişer ayak şeklinde namaz sathından başlayarak birinci kat  mahfilleri hizasına kadar serbestçe yükseldikten sonra bunlarda, bu bölgede bulunan ve bina kitlesi içinde bu ayakların arkasından başlayarak dışa doğru gelişip kuvvetlenen payandalara içeriden bağlanmıştır. Böylece sekizgenin köşelerinden yükselen 8 ayak ve bunları birbirine bağlayan kemerler üstünde esas kubbe büyük  bir rahatlık ve emniyetle taşınmış olur.

  Sinan ayrıca  4 minareyi ana kitlenin dört köşesinde bağlayıcı ve tutucu unsurlar olarak kullanmıştır. Yani hesapsız, gelişi güzel konmuş bir tek taş yoktur. Herkes biri birine yardımcı, her taş biri birine payandadır.


SELİMİYE'NİN KUBBESİ
  8 kolonu (fil ayağını) bağlayan 40 pencereli  kasnağın Selimiye’nin 31.30 metre çapındaki ünlü kubbesi oturur.

  Kubbenin zeminden yüksekliği 43 metredir.

  Ayasofya’nın kubbe çapı 30.90 ile, 31.80 metre arasında değişen bir elipstir. Ayasofya’da kubbenin zemininden yüksekliği 55.60 metredir.

Kubbe yaklaşık 2000 (iki bin) ton ağırlığındadır.
Selimiye’nin kubbe devri; 98.88 metredir.
Kubbe üzerinde 18 ton kurşun vardır.
Kilit taşının ağırlığı 5 tondur.
Kilit taşının üzerinde 5 metre yüksekliğinde altın kaplama alem vardır.

  Bütün dünyada “Ayasofya kubbesi gibi kubbe İslamlar tarafından inşa edilmemiştir. Çünkü imkansızdır.” Sözü yayılmıştır. Bu söze dayanan kafir mimarlar “Müslümanlara üstünlüğümüz vardır.” diye övünürler. Hatta “O büyüklükteki kubbeyi durdurmak zordur.” sözü “bu aciz kulun kalbine dert olmuştur”. Der ve caminin inşasına başlar.


CAMİ KAPILARI

   Camiye, son cemaat yerindeki ana kapı ile birlikte, 2 doğudan, 2 batıdan olmak üzere 5 kapıdan girilir.
Selimiye Camiinin toplam 32 kapısı vardır.

 CAMİDE: Aynı anda 6.000 (altı bin) kişi namaz kılabilmektedir.


MİNARELER

  
   Boyları 71 metre (Külah ve alemi dahil ile) 85 metre, her biri üçer şerefeli bu dört minare İslâm aleminin en uzun ve en zarif minareleri olmuştur. Her ne kadara Hindistan’da, Delhi de XIII. yüz yılda yapılan kutup minare 72.50 metrelik boyu ile daha uzun ise de en altta çapı 14 metre olan bu minarelere tepeye doğru incelir. Dolayısıyla  kutup minarenin estetiği yoktur. Selimiye'de ikisinde (camiye bitişik olanlarında) 3 ayrı yoldan 3 şerefesine çıkılan Selimiye minareleri en aşağıda gövde sadece 3.80 çapındadır. Minarelerin hepsi aynı kalınlıktadır.
 Caminin büyük kubbesinin örttüğü ana kitle, minarelerin yardımıyla sanki göğe doğru yükselir.


DİŞİ VE ERKEK MİNARELER

  
  Önde olan iki minarenin taş oymaları çukurdur. Arkadaki iki minarenin ise taş oymaları kabarıktır. Öndekiler dişi, arkadakilere erkek minareler denir. Bu da eski Türklerin kadına saygı gösterdiklerini, kadını öne geçirdiklerini anlatır.

 SİNAN DİYOR Kİ: “Üç Şerefelinin minaresinin aksine, bunun minarelerinin hem ince, hem de üçer yollu yapılmasındaki güçlüğü, ancak aklı erenler anlar.”
 Gerçekten de Üç Şerefelinin minaresi Selimiye’ye göre kule gibidir.

 MİNARELERİN TEMELLERİ: 22.73 metre aşağıda atılmıştır. Minarelerin devri, kalınlıkları devri: 13.64 metredir. Alemi ufku: 5.68 metredir. Evliye Çelebi diyor ki: “Garabet bundaki Edirne'ye girmek için dört tarafından dört adet büyük cadde vardır. Her hangisinden Edirne'ye girersen bu Selimiye Camisinin dört minaresini iki ve şerefesini de altı görürsün, yakınına gelsen bile.”
  

İÇ ŞADIRVAN
    Müezzin mahfelinin tam altında, caminin tam ortasına küçük bir mermer havuz koyan Sinan, böylece Anadolu Selçuklu ve erken Osmanlı camilerin de sık sık rastlanan bir öğenin anısını yeniden canlandırmıştır.
                                                                         MİNBER


  

 Bilhassa mermer işçiliğinin en zarif örneklerinden olan minber bir şah eser olarak anılabilir. Minberi 25 basamaklıdır.


SELİMİYE İÇİN SÖYLENENLER

HESAPLAŞMA :Sinan, hem Ayasofya ile, hem de kendi eserleriyle Selimiye de yarışmış ve hesaplaşmıştır.

USTALIĞIN ESERİ :Sinan; “Şehzade Mehmet Paşa Camii çıraklığımın, Süleymaniye Camii kalfalığım, Selimiye Camii ustalığımın eseridir.”  demiştir.
      
KUBBE MİMARLIĞININ SON NOKTASI SELİMİYE

  Yalnız Osmanlı mimarlığının değil, dünya mimarlığının da en yetkin eserlerinden birisi olan Selimiye Camisi hem iç mekan, hem de dış görünümünü büyük tek kubbe egemenliğine bağlı kılınarak tasarlanmış ve bu yönüyle kubbe mimarlığının varabileceği en son aşamayı gerçekleştirmiş bir yapıdır. Sinan’ın ustalığının eseri olan bu anıt, dünya mimarlık tarihinin de gelişim halkalarından biridir.


ALMAN ŞAİRİ GOETHE:

EĞER TÜRKLERİN YAPTIĞINI BİLMESEYDİM
 Bir yabancı diyor ki: eğer Selimiye’yi Türklerin yaptığını bilmeseydim,bunun insan eseri olmadığı kanaatine varırdım.

 JAPONLAR: Eğer bu eser bizim olsaydı, korumak için onu cam kavanoz içine alırdık. Çünkü hava kirliliği bile camiye zarar vermektedir.

 SELİMİYE 5-10 KUBBEDEN BİRİ DEĞİLDİR
Edirne de Selimiye, Türkler için “ben on tarihi kubbeden”biri değildir. O, bütün bir türk medeniyetinin ulaşabildiği doruk noktasını işaretleyen bir anıttır. Her vakit ve her şartta onun bir“fırın kubbesi” ile bir tutulamayacağı ve hiçbir Türk’ün yad ellerde bırakmaya gönlünün razı olamayacağından emin bulunmaktayız.


   
  
  Selimiye’yi gezip dolaşan herkes etkisi altında kalır. Edirne’den Avrupa’ya gidenler, Avrupa’dan Edirne’ye gelenler, yerli yabancı turistler, hem tarihi hem de mimari bakımdan bir müze değerindeki anıt eseri görmeden edemezler. Tek göremeyen, 1574 de vefat eden banisi II.Selim’dir.


 HESAP İŞİ :
  Selimiye matematikte dinin, mantıkla inancın, bilimsel ve duygusal bağlamda aşılamaz, ulaşılamaz bir başarısıdır.

 SELİMİYE’Yİ SEYREDEN BİR YABANCI MİMAR
 “Bu kul yapısı değil, gökten inme ilahî bir mabeddir.” demiştir.


  MİHRAP VE KUBBE MERKEZİ HER YERDEN GÖRÜLMEKTEDİR

  Bu ibadet yerinin her parçası harcanmış hiçbir köşe ve mekan kalmaksızın mihrabı ve bu mekanın bütünü, tek kubbenin örtüsü altında toplanmaktadır.  Bu mimaride lüzumsuz hiçbir eleman olmadığı gibi harikulade bir nispet ahengi bütün kitlenin şaşılacak bir hafiflikle yükselmesini sağlamaktadır.


CAMİDE KULLANILAN YAPI MALZEMESİ

Cami tamamen kesme taştan yapılmıştır.
Camide: Duvarlar, kemerler ve minarelere taştan yapılmıştır. Kubbeler ve tavanlar tuğladan yapılmıştır.

 KÜFEKİ: Camide küfeki taşı kullanılmıştır. Küfeki: süngerimsi ve boşluklu bir taş cinsidir.  Taşlar İstanbul’un Bakırköy, Safraköy, Haznedardan getirilmiştir. Ocaktan çıktığında işlenmesi kolay olup zamanla sertleşmektedir.

 MERMERLER: Lalapaşa yakınlarından getirilmiş. Camide kullanılan gri, mavi sütunların ve pencere sövelerinin Marmara Adası kaynaklı olduğu düşünülmektedir.
Camide kullanılan erguvan beyaz renkli sütunlarında Afyon’un 25 kilometre kuzey doğusundaki İscehisar kaynaklı olduğu sanılmaktadır.

  Cami içinde dört mezhebi temsil ettiği söylenen, mermerden oyulmuş 4 adet kürsü ile somaki mermer sütunlar üzerine oturtulmuş bir mahfeli, humayun vardır. Mahfelin üst katının direkleri ise MAGOSA’dan getirtilmiştir.



GIRANİT KULLANILAN YERLER
  Avluda bulunan pembe granitten yapılmış sütunlar. Bunlar Marmara, Kapıdağı yarımadasından getirilmiştir.
  Pembe granit Selimiye’nin son cemaat yerinde kullanılmıştır. (Avludaki ikişer sütun) GİRİ granit ise; yalnızca caminin son cemaat yerinde bulunan 4 sütunda kullanılmıştır.


 PUDİNG VE BİREŞLERİN KULLANILDIĞI YERLER
  Puding ve bireşler: çapları 2 mm’den büyük olan çakıl, iri çakıl ve blokların doğal bir çimento ile birleşmesinden  oluşan kitlelere denir. (Yağışım demektir) Bunların çakıllarının yuvarlak olanlarına puding, köşeli olanlarına da bireş adı verilir. Bunlar kaplama taşı olarak kullanırlar.


PEMBE KIRMIZI ÇİMENTOLU PUDİNGLER
  Hereke ve Karacabey ocaklarından çıkarılmıştır. Selimiye’de pembe, kırmızı pudingler avlu giriş kapılarının kemerlerinde kullanılmıştır.


 SERPANTİN BİREŞİNİN KULLANILDIĞI YERLER
  Avludaki iki sütun, revak sütunları ile, cami ana mekanındaki hünkar mahfelini taşıyan 4 adet sütundur.
  Kemer taşlarında çoğunlukla kesme taş biçiminde kullanılan KÜFEKİLER kırmızı beyaz boyalıdır.
 Cami avlu zemin döşemesinde kullanılan mermerler, 1983 yılında biten restorasyonda tamamen yenilenmiştir.
 Taşların küfeki olmasını Padişah da uygun görmüştür.



SELİMİYE'DE HAT SANATI


  Yazılar AHMET KARAHİSARİ’ nin talebesi HASAN ÇELEBİ tarafından CELİ ÜSLUPLA yazılmış, Selçuklu üslubunu devam ettirmektedir.


ANA KUBBE 
  Mavi zemin  üzerine beyaz celi sülüs hat ile yuvarlak formda İhlas suresi yazılıdır. Bunun etrafındaki 8 adetşemse içinde kahverengi zemin üzerine beyaz ile kalem işi olarak cali hatlar bulunmaktadır. Bu yazılar Allah’ın güzel sıfatlarını içerirler.


YAZILAR BİR SIRDIR
  Hat yazılarında kullanılan Edirne kırmızısının ve çinilerde kullanılan kırmızılar ve bazı diğer renklerin kökeni ve tekniği bu gün için bir sır olarak bulunmaktadır.
  Hünkar mahfelindeki elmalı çini pano, başka bir benzeri olmaması bakımından bilhassa önemlidir.


 SELİMİYE DEKİ VAV
  Mihrap duvarlarındaki Fatiha suresinin “Veleddallin”ndeki“vav” harfi asırlar boyu hattatlara güzel bir celi sülüs örneği oluşturmuştur.


YAZILAR YENİLENMİŞTİR
  Yazılar 3 asır sonra celi sülüs yazıları hattat ve mühezzip Nakşi Molla Mustafa tarafından yeniden yazılmıştır. Molla Mustafa 1809’da vefat etmiştir. Bu hattatın yazıları Üç Şerefeli ve Eski Camilerinde de vardır.

  1982’DE YAZILAR YENİDEN YENİLENMİŞTİR
  1982’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan restorasyonda yazıları ele alınmış, günümüzde yaşayan celi sülüs üstadı Hattat Mahmut ÖNCÜ bu yazıları yeniden ustaca Selimiye Camiine yakışır tarzda yazmışlardır.


 HASAN ÇELEBİ – HATTAT KÖR OLUYOR
  Evliye Çelebi’nin kaydına göre, Selimiye’nin yazılarına nezaret ederken Hasan ÇELEBİ’nin bir gözüne kireç düşmüş, kalemlerini yıkadığı kireçli su ile fark etmeden gözlerini yıkayınca diğeri de görmez olmuş, bu üzücü olay üzerine II. Selim ona kaydı hayat şartıyla maaş bağlamıştır.
İki kişi Selimiye’yi doya doya seyredememiştir.

 SİNAN SELİMİYE'DEN SONRA
  13 yıl daha baş mimarlık görevini sürdürmüştür. Nisan ayında anılan Sinan 1488’de Kayseri’nin Ağırnas Köyünde doğup, 1588’de İstanbul’da vefat etmiştir. Mütevazi türbesi Süleymaniyededir.
  Bu gün 500’e yakın eseri kullanılmaktadır.
  Sinan’ın ilk eseri, 20 yaşında kendi köyüne yaptığı 3 çeşme ve getirdiği sudur.


 AYASOFYA
  Eğer bu güne kadar ayakta durmuşsa Mimar Sinan’ın 3.Murat zamanında inşa ettiği istinat duvarları ve esaslı onarımları sayesindedir. Sinan: “Ayasofya’nın eline baston verdim” demiştir.

 SELİMİYE AVLUSU
  2475 m2’dir. 16 sütuna dayanan 18 kubbeli bir revakla çevrilidir.


CAMİNİN YAPIMINA
27760 kese akçe sarf edilmiştir.
Selimiye’nin bulunduğu tepeye; kavak meydanı veya sarı bayır denmektedir.
Selimiye’nin yapıldığı yerde; evvelce Yıldırım Beyazıt’ın yaptırdığı bir saray vardı.
Selimiye’de 400 kalfa ve 14.000 işçi çalışmıştır.

 CAMİNİN BİTİMİ
  Evliya Çelebi, 2.Selim’in caminin bittiğini öğrenince Cuma namazını orada kılmak üzere yola çıktığında hastalığının artarak Çorlu’da camiyi görmeden öldüğünü yazar.
  Selimiye’deki ilk Cuma namazı: 12 Şaban (27 Kasım 1574) günü kılınmasına izin verildiği öğrenilmektedir.

 RUS ORDUSU VE ÇİNİLER
  1877-1878 Türk Rus savaşında Edirne’ye giren Rus ordusu, Selimiye’nin hünkar mahfelindeki çinilerin bazılarını yerlerinden söküp götürmüşlerdir.

 BULGAR ORDUSU
  1912’de Balkan savaşında Selimiye’yi yıkmak için izin istemiş, Çar Ferdinand “Hayır tarih karşısında böyle bir sorumluluğu üzerime alamam” demiştir.

 90 KİŞİ CAMİDE GÖREVLENDİRİLMİŞTİR
  Caminin bitiminden sonra 90 kişinin camide görev yapacakları, bu kişilerin maaşları ve adları padişah fermanı ile bildirmiştir. Bunlardan Hacı Nasuh Efendi Manii Nukuş (nakışları koruma) sure-i yasin okuyucusu, sure-i tebareke okuyucusu, muvakkit, inzibat, baş tesbihci, baş salavatçı, kayyım, kandilci, kapıcı, müezzin, kurşuncu, camcı, sucu, kitap tamircisi, gibi görevliler var. Hatip, İmam-Hatip gibi maaşları 30 akçeden 4 akçeye kadar değişmektedir. Hatip 30 akçe, imam 10 akçe gibi.


SON OLARAK SELİMİYE CAMİİNİN SIRLARINI ANLATAN BİR VİDEO İZLEYELİM


 
   








                      
               
                      



22 Aralık 2013 Pazar

Beş Büyük Manevi Makam

 

Beş Büyük Manevi Makam


Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber’in  (s.a.v) şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

 “(İbadet için) sadece (şu) üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksa…“
 “Yapılış gayesinin ulviyetinden ve yapanların ihlâsından dolayı makbuliyet sırasına göre İslam’da en yüksek mertebeli ibadethâne Mek­ke’deki Mescid-i Haram’dır. Hadiste “Yolculuk yapmaya değer” diye kaydedilen, ziyaret etmek maksadıyla seyahat edilecek üç ma­kam sıralaması şöyledir. 1. Mes­cid-i Haram (Mekke), 2. Mes­cid-i Ne­bevi (Medine), 3. Mes­cid-i Ak­sa (Kudüs) dır.
   Bu üç mescidin üstünlükleri, onların peygamberler eliyle kurulmalarından gelmektedir. Mescid-i Haram, yani Kâbe, bütün varlıkların kıblesi, Mescid-i Nebevî, takvâ üzerine kurulan Son Peygamber’in mâbedi, Mescid-i Aksâ ise eski Peygamberlerin kıblesi; müslümanların da ilk kıblesidir. Bu üç mescid, diğer mescid ve ma’bedlerden üstündür, faziletlidir. Bu üç mescid için yolculuk yapmak meşrudur. Hadis-i şerîf bunu bilhassa teşvik etmektedir.
   Bu sıralamaya İslam ulemâsı Emeviye Camii (Şam), Bursa Ulucamii ve Diyarbakır Ulucamiyi de ekleyerek şu mabedleri sıralamışlardır. Bu sıralama da bazen değişiklikler olsa da genellikle sıralama şöyledir.
1- Mescid-i Haram (Mekke)
2- Mescid-i Nebevî (Medine)
3- Mescid-i Aksa (Kudüs)
4- Emeviyye Camii (Şam)
5- Bursa Ulucamii / Diyarbakır Ulucamii

 En Faziletli Üç Mescidin Ortak Özellikleri


   Hadisin kaynaklık ettiği hükümler üzerinde alimler çok detaylı görüşler ortaya koymuşlardır. Biz bunlardan sarf-ı nazar ederek, hadisteki yolculuk teşvikinin bu üç mescide tahsis edilmesinin hikmetleri üzerinde duracağız. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, bu üç mescidin diğer mescidlere üstünlüğü tartışmasızdır ve bunun bazı ortak sebepleri de bulunmaktadır.
1. Bu mescidlerin üçü de peygamberler eliyle inşa edilmiştir.
2. Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa kıble, Mescid-i Nebî de din-i mübîn-i İslâm’ın kuruluş merkezi, ilk mescidi, İslâm medeniyetinin ilk müessesesidir.
3. Bu üç mescidi ziyaret, başlangıçtan beri tevhid ehlinin büyüklerini ve onların hizmetlerini, mücadelelerini anmaya vesiledir. Böylece mü’minlerin imanı, tarihî bir boyut kazanır. Ziyaretçi, önceki mü’minlerle beraber olma şuur ve zevkini tadar. Ziyaretçi kendini tam bir dinî hava, saf, temiz ve yoğun bir kulluk şuuru içinde hisseder, yenilenir. Bir başka ifade ile tarihi günde yaşar, güçlenir, bilenir, dinçleşir.
4. Bu üç mescid, tevhid dininin şeâirindendir. Şeâirine (ibadet vesileleri alâmet-i farîkalar) saygı göstermek de kelimetullahı i’la, yani cihad etmektir. Bu merkezlerin ziyaretle imar ve ümranı, tevhid akidesinin dünyaya yayılmasına çalışmak anlamını taşır.
5. Bir de tarihi gerçek vardır ki, Mescid-i Aksa, gerek musevî gerekse, Hristiyanlarca değişmeyen kutsal ziyaret (hac) merkezi olarak hep ziyaret edilegelmiştir. Mescid-i Haram da aynı şekilde Kâ’be ziyareti dolayısıyla Hz. İbrahim’den bu yana uzak mesafelerden yaya veya binitli olarak gelenlerce ziyaret edilmiştir. Mescid-i Nebî ise, Hz. Peygamberin hicretini müteakip, Müslümanlarca yolculuk yapılan aslî merkez olmuştur. Şu anda Rasûlullah’ın kabr-i saadetlerini ihtiva etmesi bakımından, “O’nun sağlığında ziyaret etmiş gibi” olmak için ziyaret edilmektedir.

Fazilet Sırası

    Bütün mescid ve ma’bedlerden üstün olduklarında hiç şüphe olmayan üç mescid’in fazilet açısından kendi aralarındaki sıralama hadisde gösterilmiştir.

    Bu sebeple aynı sıra ile bu üç mescid’in her birine ait müstakil özelliklerinden de kısaca söz etmek faydalı olacaktır.

           Mescid-i Haram



   Âlimlerin ittifakı ile Mescid-i Haram efdal-i mesacid (dünyadaki mescidlerin en faziletlisi) dir. Bunun da elbette sebepleri vardır. Önce ta başlangıçtan beri, “İnsanların bir olan Allah’a kulluk etmeleri için vaz’ edilmiş ilk ev olan Kâ’be” Mescid-i Haram’dadır. Aynı zamanda Müslümanların kıblesidir. Hac farizasının yerine getirilebilmesi için varlığı zarurî merkezdir. Ayrıca Hz. Peygamber’in, “Şu benim mescidimde kılınacak bir namaz, Mescid-i Haram müstesna, öbür mescidlerde kılınacak bin namazdan daha hayırlıdır” buyurmuş olması da Mescid-i Haram’ın en faziletli mescid olduğunun nassî delilidir.
   Kâ’be ve onu çevreleyen Mescid-i Haram, zaman zaman tevhid dışı anlayışların istilasına uğramış da olsa, temeli Tevhid’in merkezi olmak üzere atılmış ilk mukaddes ev’dir, beyt-i atîk’dir. Bunun için de ziyaret ve ibadet için yolculuk yapılabilecek mescidlerin başında gelmektedir.

          Mescid-i Nebî



Medine İslâm toplumunda Mescid-i Nebî’nin yerini düşünmek, onun Müslümanlık ve Müslümanlar açısından taşıdığı önem ve fazileti anlamak için yetecektir. Koca bir İslâm tarih ve medeniyetinin odak noktası ve “Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş”, örnek kul, “son Resûl”ün sayısız hatıralarını saklayan ve “Takva üzere te’sis edilmiş mescid” (Tevbe Suresi, 108), Mescid-i Nebî’dir. O, İslâm ile özdeşleşmiştir.
Hz. Peygamberin gerek kendisini ziyaret gerekse Mescid-i Nebî’de kılınacak namaz hakkında vârid olan hadisleri, bu mescid’in hâiz olduğu önem ve faziletin delillerini oluşturmaktadır.

          Mescid-i Aksa


   Miraç'ta Hz. Peygamber Efendimiz ’in ilk durağı olan Mescid-i Aksa, yüzyıllar boyu inananların yöneldiği bir kıble olarak yaşamıştır. Başlangıçta Müslümanların da kıblesi olan Mescid-i Aksa, üç büyük dinin ortaklaşa mukaddes bildiği bir merkezdir. Mescid-i Aksa çevresindeki tevhid mücadelesi de oldukça yoğun ve çetindir. Hz. Süleyman’dan itibaren dinî otorite ve yönetimlerin merkezi olan Mescid-i Aksa ve Kudüs, halen bu görevini sürdürebilecek tarihi nitelik ve potansiyele sahiptir.
    Abdullah b. Ömer (r.a.) in rivayet ettiği bir hadisi şerifte belirtildiğine göre; Süleyman aleyhisselam Mescid’i Aksa (beyt-i makdis)nın inşasını bitirince Allah Teâlâ’dan üç dilekte bulunmuştur:

1. Kendisinden sonra kimselere nasib olmayacak bir mülk ve saltanat
2. Allah'ın hükmüne uygun hüküm verme gücü ve kabiliyeti.
3. Yalnızca namaz kılmak niyetiyle Mescid-i Aksa’ya gelenlerin bağışlanması.
Hadisin devamında Hz. Peygamber’in şu açıklaması yer almaktadır:

  “Cenâb-ı Hak, Süleyman’a bunlardan ilk ikisini vermiştir. Üçüncü dileğinin de kabul edilmiş olmasını umarım”.
   Söylemeye gerek yoktur ki, bağışlanma (gufran) vesilesi olan her şey teşvike, her yer de ziyarete değer.

      Netice

   Hadisimiz, Müslümanların ziyaret ve ibadet için yolculuğu göze almaları gereken sadece üç mescidin bulunduğunu, bunların da Mekke, Medine ve Kudüs şehirlerinde olduklarını açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.
   Günümüz şartlarında bu mescitlerden sadece ilk ikisini -kısıtlayıcı bazı kayıtlara ve durumlara rağmen- ziyaret imkanı bulunmaktadır. Ancak üçüncüsü bir büyük hasret, bir büyük acıdır.
   Şu günlerde hac ibadetini yerine getirmek için mukaddes topraklarda bulunan kaç Müslüman, hadisimizde “yolculuk yapmaya değer” diye kaydedilen Mescid-i Aksa’yı ziyaret etme imkanı bulabilmiştir, ya da bulabilecektir?
   Sanıyorum hadisimizin şimdi en büyük teşviki Mescid-i Aksa’nın da Müslümanların ziyaretine açık tutulması yönündedir. Yani Kudüs’ü Yahudi'den kurtarmaya davet etmektedir